Küçük bir kahveci açacağım ve orada ev yapımı kurabiyeleri de satacağım. Ya da emekli olunca bir ege kasabasına yerleşip domates yetiştireceğim. Heralde beyaz yakalılardan duyduğumuz en büyük istekler bunlar olsa gerek. Her ne kadar alınan hiç bir kararda bunlara yönelik atılımlar yapılmasa da sadece hayalleri kurulan yaşamlar. Bahsi edilen bu iki hayalin de ortak noktalarından birisi minimalist bir yaşam isteği. Belki de insan özünde minimalist yaşamak isteyen bir memeli türüdür emin değilim. Fakat şunu çok iyi biliyorum ki sanayi devrimi sonrası ortaya çıkan kalkınma anlayışı sadece üretim üzerine kuruluydu. Ne kadar çok üretirsen, ne kadar fazla gelir elde edersen o kadar gelişmiş bir ülkesin. Çevreye verdiğin zarar, ülkenin içerisindeki gelirin dağılımı, sosyal adalet, cinsiyet eşitliği ya da çocuk ölüm oranlarının konuyla bir ilgisi yoktu. Ucuza üret ve gelir elde et. Tabi ki bir şirketin temelde yöneldiği şey bu ikisi. Kulağa da yanlış gelmiyor çoğu zaman. Peki bu durumda gezegenimiz neden bu halde? Bazı şeyleri yanlış yaptığımız kesin. Tabi bunu düzeltmek için de bazı şeyler yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. Bu bölümde neler yapılıyor ve neler önemli biraz bunları konuşalım.
Sürdürülebilirlik
Sürdürülebilirlik kavramının tek bir tanımı yok. Ancak kelimenin kökeninden de yola çıkarak anlamlandırmaya çalıştığımızda; sürekli olma veya daimi olma gibi düşünebiliriz. Bazen de daha jenerik olması için ‘gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılama yeteneğinden ödün vermeden bugünün ihtiyaçlarını karşılamak’ olarak da tanımlanabilir. Bu tanım 1987 yılında Birleşmiş Milletlerin hazırladığı ‘Brundtland Raporu’nda yer almakta.
Sürdürülebilirliğinin 3 farklı bacağı vardır. Bunlar; ‘Sosyal’, ‘Çevresel’ ve ‘Ekonomik’ sürdürülebilirliktir. Bazen bu kavram konuşulurken sosyal ve ekonomik sürdürülebilirlik atlanılabiliyor. Fakat bu 3 bacağı da düşünmeden doğru bir sürdürülebilirlikten bahsetmek mümkün olmuyor. Doğayla uyumlu, sosyal adaletli ve tüm insanların ekonomik yeterliliklerinin olduğu bir dünya kulağa daha güzel geliyor. Tabi bunlar ana başlıklar. Altlarına hayalinizdeki ütopyanın içerisinde yer alan her şeyi koyabilirsiniz.
Dünyada her şeyin sınırlı miktarda bulunduğunu düşünürseniz, gezegenimizin sınırlarının olduğunu hemen anlayabilirsiniz. Gezegenin Sınırları kavramı, insanlığın dünya üzerinde gelecekte de sağlıklı bir şekilde yer alabilmesi için ihtiyaç duyduğu 9 unsura dayanır. Bu 9 unsur Stockholm Dayanıklılık Merkezi ve bazı diğer gruplar tarafından 2009 yılında geliştirilmiştir. Tam olarak şu sözleri söylemekteler: “Küresel sürdürülebilirlik konusunda yeni bir yaklaşım öneriyoruz ve insanlığın güvenli bir şekilde faaliyet gösterebileceği gezegen sınırlarını tanımlıyoruz. Bir veya daha fazlasını ihlal etmek, geçmenin riski nedeniyle zararlı veya hatta felaket olabilir.”
O zaman hızlıca bir tahmin yapmanızı isteyeceğim sizden. Sizce bu kavramı ortaya attıklarında kaç sınırı aşmıştık? Bu soruyu bu bölüm boyunca kafanızda tekrarlayabilirsiniz. Bölüm sonlarında bu konuyu konuşacağız.
Şimdi konumuza dönelim. Bahsettiğim bu 9 sınır şunlardan oluşuyor: “İklim Değişikliği”, “Okyanus Asitlenmesi”, “Stratosferik Ozon İncelmesi”, “Azot Döngüsü”, “Fosfor Döngüsü”, “Küresel Tatlı Su Kullanımı”, “Arazi Kullanımı”, “Biyoçeşitlilik Kaybı”, “Atmosferde Asılı Kalan Parçacık(Aerosol) Yükü ve “Kimyasal Kirlilik”. Bunları ezbere bilmenize gerek yok. Bir çoğundan geçtiğimiz bölümlerde sizlere bahsetmiştim.
Sanayi devrimi sonrasında, kalkınma için bu sınırların çoğunu zorladığımızı rahatça görebiliyoruz. Hem çevresel sorunların artması hem sosyal adaletin azalması hem de ekonomik sorunların baş göstermesiyle birlikte ülkelerin de harekete geçmesi gerekiyor. Peki bu alanda neler yapıldı biraz onlardan bahsedelim.
Bin Yıl Kalkınma Hedefleri
Birleşmiş Milletlere üye 189 ülke 2000 yılının Eylül ayında yeni bin yılın gündemini belirlemek üzere bir araya geldi. Sürdürülebilir bir kalkınma için atılan en büyük adımlardan birisi burada gerçekleşti. Bin yıl kalkınma hedefleri adı verilen 8 farklı hedef için üye ülkeler Binyıl Bildirgesi’ni imzaladı. 2015 yılına kadar bu hedefler doğrultusunda çalışmalar yapılacağını tüm üye ülkeler onayladı. Bu 8 hedef ise “Aşırı Yoksulluk ve Açlığın Ortadan Kaldırılması”, “Evrensel İlköğretimin Sağlanması”, “Cinsiyet Eşitliğinin Teşvik Edilmesi ve Kadınların Güçlendirilmesi, “Çocuk Ölüm Oranlarının Azaltılması”, “Anne Sağlığının İyileştirilmesi”, “Hıv/AIDS, Sıtma ve Diğer Hastalıklarla Mücadele Edilmesi”, “Çevresel Sürdürülebilirliğin Sağlanması” ve “Kalkınmaya Yönelik Küresel İş Birliğinin Geliştirilmesi” olarak belirlendi. Başlıklara baktığınızda aslında hedeflerin ne kadar temel sorunlar olduğunu görebiliyorsunuz. 2000’lerin başlarında hala bu sorunlarla uğraşıyor olmamız üzücü. Robotların bizi ele geçireceği günleri beklerken bir taraftan da hala çocuk ölümlerini azaltmayı hedeflemek gerçekten biz homo sapienslere özel bir durum olabilirdi ancak.
2000lerin başlarını hatırlayan dinleyicilerim vardır umarım. Kapı kapı gezip aşılama faaliyetleri yapılırdı. Sanırım düz dünyacılar ve aşı karşıtları o dönemde ortaya çıkmamışlardı. İnternet bilgiyle birlikte aptallığı da yayıyor maalesef. Bu bahsettiğim aşılama çalışmaları bin yıl kalkınma hedefleri doğrultusunda yapılan faaliyetlerden sadece biriydi. Bu dönemde farklı değerlendirme raporları yazıldı ve ülkelerin hedeflere ne kadar yaklaştığı ölçüldü. Sonuçlar beklenildiği kadar iyi değildi. Ayrıca 2015 yılı yaklaştıkça sorunlarımızın değiştiği, arttığı, bazı sorumların daha fazla önem kazandığı görüldü. Hedefli çalışmanın ise beklenildiği kadar olmasa da bir değişim yarattığı görülüyordu. Bu yüzden de 2015 yılında “Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları” ortaya çıktı.
Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları
Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ya da Küresel Amaçlar adı verilen bu güncel ajanda 17 amaç içermekteydi. Birleşmiş Milletler bu 17 amacı ortaya çıkarırken, bin yıl kalkınma hedeflerindeki büyük hatayı bu sefer tekrar etmediler: amaçların isimleri. Bin yıl kalkınma hedefleri uzun ve akılda kalıcı olmayan isimlerden oluşuyordu. Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ise kısa ve akılda kalan isimlerden, güzel renk paletleri ve tasarımlardan oluşan başarılı bir markalamaydı. Peki buna gerçekten gerek var mıydı? Cevap evet. Çünkü binyıl kalkınma hedefleri, daha çok devletlerin gündeminde olan ve bireylerin, şirketlerin ya da sivil toplumun çok fazla odağında olmayan hedeflerdi. Bazı spesifik durumları bu genelleme dışında bırakıyorum tabi ki. Ancak sürdürülebilir bir kalkınma, bütüncül bir katkı ile mümkündü. Devletler, şirketler, sivil toplum kuruluşları ve bireysel olarak hepimizin katkı sunması gerekiyor. Peki ben birey olarak tam olarak ne yapacağım diyorsan hala, basit bir adımla başlayabilirsin.
Bir çoğunuz biliyordur ki ecording isimli bir sosyal girişimde yer alıyorum. İklim krizi ile mücadele etmek ya da sürdürülebilirlik konusunda adımlar atmak istiyorum ancak ne yapacağımı bilmiyorum diyen arkadaşlara güzel bir öneriyle geliyorum. ecordingApp isimli bir mobil uygulamamız var. Uygulama içerisinde dünya yararına yapılabilecek farklı görevler bulunuyor. Geri dönüşüm, ulaşım, sürdürülebilir yaşam ve daha bir çok farklı başlıkta onlarca görev var. Bu görevleri yapıp, uygulama içerisinde kamera ile doğruladığında ecoPuan adını verdiğimiz uygulama içerisinde kullanabileceğin puanları topluyorsun. Bu puanlar ile uygulama içerisindeki marketten; storytell, netflix, steam ve daha bir çok indirim ve cüzdan kodlarını alabiliyorsunuz. Ayrıca profil kısmından çevresel etkinizi görebiliyorsunuz. Bir de lider sıralaması kısmımız var. Burada yaptığınız görevlerle haftalık, aylık ya da yıllık kaçıncı sırada olduğunuzu da görebiliyorsunuz. Uygulama son kullanıcılar için tamamen ücretsiz. İndirip denemenizi tavsiye ederim. Hem Google Play Store’da hem de App Store’da bulabilirsiniz.
Konumuza dönelim ve bu küresel amaçlara biraz daha derinlemesine dalalım istiyorum. 2015 yılında Birleşmiş Milletler üyesi ülkeler yine bir araya geldi. Bu toplantıda 2030 yılına kadar 3 önemli sorunu çözmek için 17 küresel amaç üzerinde anlaştılar. Aşırı yoksulluğu sona erdirmek, eşitsizlik ve adaletsizlikle mücadele etmek ve iklim değişikliğini düzeltmek. Bu amaçlara ulaşılabilmesi için de herkesin bilgilenmesi gerekiyor. Bu yüzden herkese anlat sloganıyla yola çıktık. 17 amaç içerisinde iklim eylemi, nitelikli eğitim, erişilebilir ve temiz enerji gibi bir çok başlık var. Tamamını merak edenler kureselamaclar.org’u ziyaret edebilirler. Bu 17 başlığın altında da yüzlerce alt hedef ve gösterge yer alıyor.
Bu amaçların belirlenmesinin üzerinden yaklaşık 8,5 yıl geçti. Fakat hedeflere çok uzak noktadayız. Geçtiğimiz yıllarda İzmir sürdürülebilir kalkınmada ne durumda diye ölçmek için bir rapor hazırlamıştık. Tabi burada şehir sınırlarını değil havza sınırlarını baz alarak bu raporu yazmıştık. Bu gönüllü gözden geçirme raporunda da şehir olarak ne kadar geride olduğumuzu, hangi konularda daha fazla efor sarfetmemiz gerektiğini ortaya çıkarmıştık. İsteyenler bu raporu da internette bulabilirler. İzmir Büyükşehir Belediyesi ve bir çok akademisyenle birlikte çalışmıştık bu süreçte. Şehirde yapılan tüm gelişmelerin verilerinin toplanmasının ne kadar zor bir iş olduğunu o dönemde öğrenmiştim.
Tüm bu ilerleme raporlarına baktığımızda çok net görebildiğimiz bir şey var. Sistemi başta yanlış kurmuşuz. Kişi başına düşen millli gelir bir gelişmişlik göstergesi olmamalı. Bu yüzden de Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı çok daha doğru bir kavram ortaya çıkardı. GİGE endeksi.
GIGE Endeksi
Gezegensel Baskılara Uyarlanmış İnsani Gelişme Endeksi yani kısaca GİGE önemli bir gelişme bence. Sanayi devrimi sonrası ortaya çıkan kalkınma anlayışı üretimi merkeze alan bir kalkınma anlayışıydı. Fakat bunun geride kaldığı ve değişmesi gerektiği çok net bir durum. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programının düzenli olarak yayınladığı İnsani Gelişme Raporlarının 30. yılındaki raporda bu endeks gündeme getirildi.
Bu endekse göre dünyada hiçbir ülke, gezegene ağırlık yaratmadan insani gelişmeyi başaramaz. Çok kaba tabirle bu endeksi açıklamak istersek eğer; kişi başına düşen milli geliri, çevreye verilen zarara bölüyoruz gibi düşünebilirsiniz. Yani çevreye ne kadar zarar veriyorsan, gelişmişlik puanın o oranda azalıyor. Sadece gelirinin yüksek olması yetmiyor. Bu yeni anlayışın yaygınlaşması bence çok önemli. 2019 yılındaki verilere dayanarak hazırlanan Önümüzdeki Sınır: İnsani Gelişme ve Antroposen başlıklı bu raporda ülkemiz 0,746 puanla 169 ülke arasında 44’üncü sırada yer alıyordu.
Bu da bize şunu anlatıyor. Bizim gelişmiş ülke olarak gördüğümüz Amerika Birleşik Devletleri, Çin ve Rusya gibi devletler aslında o kadar da gelişmiş değiller. Çünkü iklim krizinde payı en büyük olan ülkeler de bunlar.
Sonuç
Başlığımız gezegene yatırımdı. Bu bölümde bahsettiğim her şey yatırım tavsiyesidir. Lütfen uygulayın. Size para kazandırmayabilir ancak, oksijen soluyabilmenizi, temiz su içebilmenizi ve torunlarınızın size teşekkür etmesini sağlayacağından emin olabilirsiniz. Yani yatırımı gezegene yapalım. Bu bölüme kadar bolca karamsarlık yüklemiştim sizlere. Burada ise başardıklarımızdan ve başarabileceklerimizden büyük ölçekte bahsetmeye çalıştım. Yavaş yavaş ilerliyoruz ancak bu bir başlangıç paketi ve temelin doğru olmasını önemsiyorum. Üstüne inşaa ettiğimiz bina üzerimize yıkılmasın.
Gezegenin 9 sınırından bahsetmiştim. Hangilerini 2009 yılında kavram ortaya çıktığında aşıldığını düşünmenizi istemiştim. Cevapları instagram dm den bekliyorum. Yine ilk doğru cevabı ileten kişiye de Kent Portney’in Sürdürülebilirlik isimli kitabını hediye edeceğiz.