6. Yok Oluş – İklim Krizi

Giriş

‘Altıncı büyük yok oluşun ortasında mıyız? Amfibiler dünyasından bir görünüm’.* 2008 yılında David Wake ve Vance Vredenburg yazdıkları makeleye bu ismi verdiler. Amfibiler- ya da türkçesiyle iki yaşamlılar- yaşamlarının bir bölümünü suda bir bölümünü de karada geçirdikleri için bu isimle anılırlar. Kurbağalar ve semenderler bu sınıfın içerisinde yer alırlar. Wake ve vredenburg makalelerinde amfibilerdeki yok olma oranına bakarak benzer ölçüde bir felaketin yaşanacağını öne sürdüler. Bu makalede 2006’da kaliforniyanın sixty lake isimli havzasında çekilmiş bir fotoğraf yer alıyordu. Fotoğrafta yan yana dizilmiş yaklaşık 12 tane sarı bacaklı dağ kurbağası ölü halde yatıyordu.

Kurbağaların ataları yaklaşık dört yüz milyon yıl önce sürünerek sudan çıkmış ve yaklaşık ikiyiz elli milyon yıl önce, modern amfibi sınıfının-biri kurbağalar ve kara kurbağalarını, ikincisi su kelerleri ve semenderleri ve üçüncüsü de sesilyen denilen ayaksız tuhaf yaratıkları içerir-ilk temsilcileri evrimleşmiştir. Bu demektir ki; amfibilerin gezegenimizde var oluşları, memelilerden ya da kuşlardan da eski olmanın ötesinde, dinozorlardan bile daha önceye uzanır.

Konumuza dönecek olursak; kurbağa sayılarının azaldığına dair haberler yaklaşık 20-30 yıl önce konuşulmaya başlanınca bu alandaki en bilgili insanlar bile buna şüpheyle yaklaşmıştı. Az önce dediğim gibi dinazorlardan bile önce hayatta olan amfibilerin populasyonlarının azalıyor olması çok da beklenmiyordu. Günümüzdeki kurbağaların ataları yaklaşık dört yüz milyon yıl önce sürünerek sudan çıkmış ve yaklaşık ikiyiz elli milyon yıl önce, modern amfibi sınıfının ilk temsilcileri evrimleşmişlerdir. Bu podcast serisinde canlıların evriminden çok fazla bahsedeceğim ancak bu başlığı uzun uzun ikinci sezonda konuşmak istiyorum. Fakat evrim nedir bilmiyorum diyenler hızlıca evrim ağacı web sitesini ziyaret edip bilgi edinebilir.

Canlı türleri normalde de yok olabilirler. İnsanların sadece son 200-250 bin yıldır yer yüzünde olduğunu ama onun öncesinde de başka canlıların yaşadığını ve yok olduğunu bildiğimiz için bunu çok kolay anlayabiliriz. İnsan etkisi olmasaydı amfibi türlerinden birinin ortalama bin yılda bir yok olması gerekirdi. Yani bir insanın buna şahit olma olasılığı neredeyse sıfır ancak sahada çalışan pek çok sürüngen ve amfibi bilimci bolca yok oluşa şahit olmuş. Tabi bu yok oluş sadece amfibilerde gözlemlenmiyor. Mercanların 3te biri, tatlı su yumuşakçalarlarının yine 3te biri, tüm memelilerin dörtte biri ve daha bir çok canlı ailesinin maziye gömülmek üzere olduğu biliniyor. Yani bu hızla gidersek çok yakında kutup ayılarını sadece kola reklamlarında göreceğiz. 

Darwin türlerin kökeni kitabında insanlar ile diğer canlılar arasında herhangi bir ayrım yapmamıştı. Biz günümüz insanlarını diğer canlılardan farklı bir konumda görsek de aslında şempanze kuzenlerimizden hala çok da uzak değiliz. Sadece hararinin sapiensde bahsettiği gibi sadece biz şehirli modern insanlar doğaya zarar vermedik. İlk homosapiensler de bulundukları bölgelerdeki pek çok canlının sonunu getirmekte başarılıydı. Tabi dünya üzerindeki hiçbir tür biz şehirlilerin eline su dökemez.

Antroposen Çağı

Antroposen, insanların gezegenimiz üzerindeki etkilerinin belirgin hale geldiği bir çağdır. Bu dönemin başlangıcı, endüstriyel devrim olarak kabul edilir ve yaklaşık 200 yıl önce başlamıştır. Antroposen dönemi, insanların doğal kaynakları tüketme, yaban hayatının yaşam alanlarını yok etme, iklim değişikliği ve diğer çevresel sorunların neden olduğu sorunlarla doludur. Endüstriyel faaliyetlerin artması, fosil yakıt kullanımının yaygınlaşması ve nüfusun hızla artması, antroposenin en önemli özellikleridir.

Çok havalı bir isim gibi gelse de antroposen sadece insanların gezegeni şekillendirdiği değil, belki de kendi sonunu getirdiği çağ olacak. Dünya üzerinde homo sapiensin son kez adlandırdığı çağın ‘Antroposen’ olması heralde ironik olurdu. Kanadalı astrofizikçi Hubert Reeves’in dediği gibi Doğayla savaş halindeyiz, kazanırsak kaybedeceğiz. İnsanların daha tam olarak işleyişini bile anlayamadığı ve anlamlandıramadığı şeylere burnunu sokmasının sonucu olarak kendi sonunu getirmesi tam olarak fazla merağın zararları heralde.

Yaklaşık 30-35 yıl öncesine kadar bütün büyük yok oluşların aynı nedenlerle gerçekleştiği düşünülüyordu. Kitapta anılarından bahsederken elizabeth kolber “bir keresinde bana walter alvarez ’Kretase sonunda çarpışma olduğuna dair kanıtların çok güçlenmesinden sonra sanırım konu üzerin çalışan bizler, dışarı çıkmayı ve diğer olaylarla da örtüşen çarpışmalara dair kanıtlar bulmayı beklemiştik” demişti. “Ve her şeyin çok daha karmaşık olduğu çıktı ortaya. Şimdi kitlesel bir yok oluşa insanların neden olabileceğini görüyoruz. Dolayısıyla kitlesel yok oluş konusunda genel bir teorinin olmadığı açık.’ dediğinden bahsediyor. Yani evet biz insanlar bir büyük kitlesel yok oluş başlatabiliriz. İronik olan da bunu bilmeden bu yok oluşu başlatmamız ancak artık bilmemize rağmen yeterli adımları atmamamız. Sanırım paranın hala yenebileceğini düşünen zenginler var.

Antroposen Çağının Sonuçları

Bu antroposen dediğimiz çağın sonuçlarına da baktığımızda biyoçeşitlilik kaybının üst seviyede olduğunu görebiliyoruz. Çoğu araştırmaya göre türlerin yok olma oranı son 10 milyon yıldaki ortalamaya göre yüzlerce kat artmış durumda. Hatta 2022’nin sonunda montrealde yapılan bir toplantıda devletler bu krizle baş etmek için yeni bir anlaşma ortaya koymaya çalıştılar. Ancak paris anlaşmasında da olduğu gibi bir işe yaramayan vaatler ve imzalar bizi ne yazıkki sonuca götüremiyor.

Bu noktada sizlere biraz biyoçeşitlilikten bahsetmek istiyorum. Bazen sadece tür çeşitliliği olarak düşünülüyor ve bu doğru değil. Genetik çeşitlilik, tür çeşitliliği ve ekosistem çeşitliliği olarak 3 başlıkta ele almak daha doğru olacaktır. Genetik çeşitlilik aynı tür içerisinde yer alan ancak farklı genetik özellikler nedeniyle birbirlerinden ayrılan canlıları bizlere söyler. Belirli bir ırk köpeklerde ve kedilerde genetik çeşitlilik az olduğu için genetik hastalıklara elverişli olması bize bunun önemini gösterir. Tür içerisindeki genetik çeşitlilik sayesinde canlılar dış etmenlere karşı farklı tepkiler gösterebilir ve türün devamlılığını bu şekilde sağlayabilir. Tabi bunu biz insanlar yine manipule ederek Oytun Erbaş’ın dediği gibi Türklere korona virüsü işlemez gibi şeylere çekebiliyoruz ancak sonuçlarını hatırlatmama gerek yok sanırım.

Tür çeşitliliği ise en çok bilinen biyoçeşitlilik türü. Bölgedeki tür sayısının fazla olması şeklinde basit olarak düşünebilirsiniz. Bir bölgede birden fazla yırtıcının olması, yırtıcı türlerden biri ortadan kalksa bile o bölgedeki diğer türün benzer görevi yapabileceğini gösterir. Bu yüzden fazlasıyla önemlidir.

Ekosistem çeşitliliği içinse önce ekosistemi açıklamam gerekiyor sanırım. Ekosistem, canlılar ile cansız varlıklar arasındaki etkileşimler sonucu oluşan bir doğal sistemdir. Ekosistemler, bitkiler, hayvanlar, mikroorganizmalar, su, hava, toprak, güneş ışığı ve diğer doğal kaynakların bir araya gelmesiyle oluşur. Bu bileşenler birbirleriyle etkileşim halindedir ve bir ekosistemdeki her canlı ve cansız varlık, diğerlerine bağımlıdır. Ekosistem çeşitliliği ise farklı bitki örtüleri, su kütleleri, dağlık alanlar, ormanlar, sulak alanlar, çayırlar, bozkırlar ve diğer ekosistemlerin varlığına atıfta bulunur.

Sonuç

Bu podcast biraz biyoloji dersi gibi geçti sanırım. Ama bazı şeyleri kafamızda daha rahat oturtabilmemiz için temelin de sağlam olması gerekiyor. Belki tüm bu bilgiler için biz bunları biliyorduk sadede gel diyebilirsiniz ancak bunun bir 101 dersi olduğunu unutmayın. Şimdi tüm bu bilgiler ışığında baktığımızda gezegenimizde bir çok şey yolunda gitmiyor. Temelinde de insan faaliyetleri var. Yani günün sonunda gezegenimizi yok edersek suçluyu dışarıda aramamıza gerek yok. İklimdeki bu kadar hızlı değişiklik bir çok canlıyı olumsuz etkiliyor. Ormanları yok etmek, okyanusları plastiklerle doldurmak ve daha bir çok faaliyetimiz de ortalama hava sıcaklıklarının artmasının yanında birer promosyon olarak gezegene sunuluyor. Kısacası geyikleri sadece yıl başı filmlerinde görmek istemiyorsak acilen harekete geçmemiz gerekiyor. Bu blog biraz biyoloji dersi gibi geçti sanırım. Ama bazı şeyleri kafamızda daha rahat oturtabilmemiz için temelin de sağlam olması gerekiyor. Belki tüm bu bilgiler için biz bunları biliyorduk sadede gel diyebilirsiniz ancak bunun bir 101 dersi olduğunu unutmayın. Şimdi tüm bu bilgiler ışığında baktığımızda gezegenimizde bir çok şey yolunda gitmiyor. Temelinde de insan faaliyetleri var. Yani günün sonunda gezegenimizi yok edersek suçluyu dışarıda aramamıza gerek yok. İklimdeki bu kadar hızlı değişiklik bir çok canlıyı olumsuz etkiliyor. Ormanları yok etmek, okyanusları plastiklerle doldurmak ve daha bir çok faaliyetimiz de ortalama hava sıcaklıklarının artmasının yanında birer promosyon olarak gezegene sunuluyor. Kısacası geyikleri sadece yıl başı filmlerinde görmek istemiyorsak acilen harekete geçmemiz gerekiyor.

Diğer Yazılar

Skip to content